DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Depremin ardından “zorunlu göçün” getirdikleri; gitmek mi zor, kalmak mı?

Yayınlanma Tarihi : Google News
Depremin ardından “zorunlu göçün” getirdikleri; gitmek mi zor, kalmak mı?

Haber: Dr. İsmail Sarp Aykurt

“Depremzede yurttaşlar göç ettikleri Mersin’in Tarsus ilçesinde yeni yaşantılarını “geçmişin gölgesinde” kalarak anlatıyor. Depremzede yurttaşların çoğu ise bir konuda hemfikir: Hepsi fiziksel olarak burada farklı yerlerde olsalar da, akılları hala memleketlerinde ve özlem hep ağır basıyor…”

Kahramanmaraş merkezli depremden etkilenen yurttaşların önemli bir kısmı,ya yeni bir hayat kurmak, ya da memleketlerine yeniden dönecekleri gün için güç biriktirmek amacıyla memleketlerinden göç etmek zorunda kaldı.
Depremzedelerin ilk tercihleri genellikle akrabalarının olduğu, kültürel bir benzerliğin bulunduğu veya memleketlerine yakın olduklarını düşündükleri yerler oldu.  Bu yerlerden birisi de Mersin’in Tarsus ilçesi.

9. Köy’den İsmail Sarp Aykurt’un haberine göre, göç süreci boyunca Mersin’de nüfus yaklaşık yüzde 40 oranında arttı. Resmi rakamlara göre 180 bin, belediyenin şebeke suyu kullanımından elde edilen istatistiklere göre 350 bin, sivil toplum örgütlerine göre ise yaklaşık 40 bin artarak 2 milyon 700 bini aştı.

Deprem bölgesinden gelerek, Tarsus’ta yeni bir yaşam kurmaya çalışan yurttaşlar, zorunlu göçlerinin ardından hayatlarındaki değişimleri, yaşadıklarını ve mecburi göçün zorluk, avantaj ya da dezavantajlarını anlattılar.

“Eğitimim için göç etmek zorunda kaldım”

Adıyamanlı kadın öğrenci G.Y. memleketini terk etmek istemese de, eğitim amacıyla göç etmek durumunda kaldığını anlattı. Tarsus’ta yeni yaşam koşullarına alışmakta zorluk yaşadığını, ancak buna eğitimini devam ettirmek ve sınavına hazırlanmak üzere katlanmak zorunda kaldığını ifade eden G.Y., şöyle konuştu:

“Şehri ve ailemi terk etmek istemiyordum. Çünkü ben Tarsus’a geldiğimde daha 1 ay olmuştu deprem olalı… Artçı şokların sürekli devam etmesi, ailemin hayat şartlarının zorluğu gibi  nedenler beni sürekli geriye itti. Ancak benim Tarsus’a göç etmemde temel bir amacım vardı. Sınava hazırlık dönemindeydim ve iyi kötü bunu devam ettirmek zorundaydım. Yani eğitim gerekçesiyle bir göç oldu bu. İlk geldiğim süreçte yaşadığım zorluklar, dört duvarla çevrili bir evde kalmak, yüksek yapılara çıkmam oldu. Bunların yanı sıra sürekli ailemi düşünüyor olmak beni etkiliyordu. Gittikçe bu sürece alıştım. Zamanla çevremde olan insanların sıcak yaklaşımları, kucaklayıcı tavırları ne kadar iyi gelmiş olsa da bazı durumlar beni çok etkiliyordu.”

“Bu nasıl depremzede?’ sözleri duydum, sınavdan sonra geri döndüm”

Deprem bölgesinden geldiği için hakkında yapılan ithamların kendisini çok etkilediğini söyleyen G.Y., “Bazı insanlara öncesinde var olan bir hayattan söz etmekte zorlandım” dedi. G.Y. yaşadıklarını şöyle anlattı; “Giyimim, sosyal hayatım, bazı insanlara sorun olmaya başladı. Yine bazı şeylerden sonra kendim hakkında ‘Bu nasıl depremzede?’ söylemleri duydum. Buna rağmen pes edemezdim, hem orada bana kucak açan insanlar için, hem de gelecek hayatım için… Ancak sınav sonrası geri döndüm, göç ettiğim Tarsus’ta kalmadım” ifadelerini kullandı.

“Zorunlu göç insanın zoruna gidiyor…”

Depremin hemen sonrasında Tarsus’a göç edenler,  kendilerine tahsis edilen kitlesel ikamete uygun alanlarda konakladı. Bunlar arasında öğretmen evi, kapalı spor salonu ya da ibadet alanları gibi mekanlar öne çıkarken, şimdilerde durum  depremden etkilenen yurttaşların şehre ve mahallelere dağılması ile değişmiş görünüyor.

Tarsus Kavaklı Mahallesi de depremden etkilenen birçok yurttaşın ikamet ettiği yerlerden biri olarak öne çıkıyor. Mahalleye depremden bir süre sonra yerleşen Melahat Sakızçı, Antakya’ya bağlı Esentepe’den geldiklerini, memleketleri Hatay’ın durumunun yeniden inşa edilemeyecek kadar kötü durumda olduğunu düşündüğünü söyledi.

Sakızçı, Tarsus’a gelme süreçlerini ve depremin ilk anlarını şu sözlerle anlattı:
“Buraya istekle gelsem zoruma gitmezdi. İstemeyerek ve mecburi olarak gelince insanın da çok zoruna gidiyor. İlk günü unutmak kolay değil. İki katlı müstakil bir evde oturuyorduk. O gün dışarısı çok soğuk ve yağışlıydı. Kendimizi avluda bulduk. Her yer görünmez olmuştu. Açıkçası resmen şok geçirdik. Ne ağlayabiliyoruz ne de başka bir şey yapabiliyoruz. Bizim ev yıkılmamıştı ancak ağır hasar almıştı. Tüm duvarlar gitmişti. Zaten böyle kalmasaydı biz sağlam kalamazdık. Şöyle anlatayım, biz bir hafta sonra ağlamaya başladık.”

“Bir süre Nevşehir’de kaldıktan sonra Tarsus’a geldik”

Ev hanımı olduğunu, üç kızı ve bir oğlu olduğunu söyleyen Sakızçı, şöyle devam etti.
“Nevşehir’de olan oğlum bize önce ulaşamamış. Biz de direkt köye gittik. Köyümüz sağlamdı ancak orada hiç bir şeyimiz yoktu. Eşim ise Antakya’da kaldı. Daha sonra bize ulaşan oğlum bizi Nevşehir’e götürdü. Bir süre orada kaldık.”
Tarsus’ta öğretmen bir kardeşi olduğunu, kendilerine evi onun bulduğunu belirten Sakızçı, “Bana ‘Buraya gelir misiniz?’ diye sordu. Bize elektrik, su bedava olur diye söyledi, ama olmadı. Elektriği de, suyu da ödüyoruz. Zaten Antakya’da bu şartlarda kalanlara da fatura gelmiş. Biz Ramazan’dan önce buraya geldik. Yaklaşık 4 ay kadar olacak geleli. Herkes bize iyi yaklaştı. Komşularımızdan da memnunuz. Ama yine de insan alışamıyor işte. Benim evim çok güzeldi. Antakya’da ne güzel mutfak, banyo, tuvalet ve balkonu yaptırmıştık. Dakikalar içinde her şeyimiz yok oldu. Kendimize yeni bir buzdolabı almıştık. Sadece bir kış kullanabildim. İnsan hangi birine üzülecek bunu bilemiyor” dedi.
Çocuklarıyla birlikte yaşadığını, ancak eşinin hala Hatay’da olduğunu ve belediyede çalıştığını, konakladıkları evin kendileri yerleşmeden evvel adeta harabeye benzediğini söyleyen Sakızçı, şöyle konuştu:
“Benim annem burada yapamadı. Köye gitti. Altınözü’ne bağlı Bozkalesi köyü bizim köy. Antakya’ya geri gitsek, ev yok. Her taraf harabe, komşuların yok. Ölen, bizim gibi göç eden… Devlet bize kira yardımı yaptı. Üç keredir alıyoruz. Konteyner ile ilgili bir durum oldu. Konteyner istersen kaydoluyorsun. Konteyner çıktığında ise ev kirası vermiyorlar. Konteynerde devlet tarafından bazı şeyler karşılandığı için bu defa da ev kirası kesiliyor. Bazı komşularımız konteynerde. Bize sıcak, zor oluyor dediler.”
Çocuklarının eğitimlerinin de bu sürede aksadığını vurgulayan Sakızçı, sağlık Lisesi’nde okuyan çocuğunun son sınıfta olduğunu ve Tarsus’ta hastanede staj yaptığını, diğer çocuğunun ise Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde okurken, eğitiminin yarım kaldığını aktardı.

“Bizim evimiz olsa gideriz inan ki, niye gitmeyelim?”

Melahat Sakızçı, “ne olacaklarını” merak ettiklerini, kendilerine ev yapılmasını beklediklerini de ifade ederek, şöyle konuştu:
“Zaten Antakya’nın yarısından çoğu kiracı. Herkes ev sahibi değil ki. Kiminin 20 tane evi var, hep kiracı gerisi. Peki o kiracılar ne olacak? Kiracılar için mecbur ev yapılması gerekiyor. Bizim memleketimiz orası ve bizim de gitmemiz gerekiyor. Mesela sadece ev sahiplerine ev yaparlarsa biz nereye gideceğiz? Evimiz olursa gideriz, neden gitmeyelim ki? Eşim de orada çalıştığı için mecburen, tayin de olmuyor. Hatay’da kalması gerekiyor. Çünkü ihtiyaç var orada.”

“Önce Kazanlı’ya geldik, ev için aracı oldular”

Yine Tarsus Kavaklı Mahallesi’nde ikamet eden, deprem öncesinde Antakya’ya bağlı farklı bir mahallede yaşayan depremzede  D.E. ve eşi, akrabalarının Çukurova’da olması nedeniyle önce Mersin Kazanlı’ya geldiklerini, Tarsus’ta şu an yaşadıkları evin bulunmasında ise yine bu bölgede yaşayan akrabalarının aracılık ettiğini ifade etti.
Ablasının da yanlarında, müstakil iki katlı evlerinin ikinci katında kaldığını, işleri nedeniyle bir süredir Hatay’da olduğunu söyleyen D.E., yaşadıkları süreci şu sözlerle anlattı:
“Buraya gelişimiz biraz denk geldi diyebilirim. Biz normalde Mersin Kazanlı’ya ablamın yanına geldik. Ama kalabalık olduğu için rahat olamadık. Ben, ablam, çocukları, eniştem, diğer ablam, yine çocukları, gelin derken kalabalık oldu ortam. Sonra ablamın eşinin yeğeni vasıtasıyla burayı bulduk. Biz de ‘Yeter ki kalacak bir yerimiz olsun. Hiç sıkıntı değil’ dedik.”

“Kimse evini bırakıp da buraya gelmez”

Geldiklerinde müstakil evlerinde var olan bahçeyi ektiklerini, ev sahibinin kendilerine yardımcı olduğunu ve şu an kira almadığını söyleyen kadın yurttaş, “Ancak bir sene sonra kira almaya başlayacak” dedi.
“Kimse evini barkını bırakıp da buraya gelmez” diye konuşan D.E, şöyle devam etti:
“Biz Antakya Turunçlu’da yaşıyorduk. Merkeze çok yakın. Antakya Turunçlu, Güzelburç, Armutlu çok kötü bir hal aldı deprem sonrasında. İskenderun’da da hasar oldu ama merkez kadar değil. Mesela Altınözü çok hasar almadı, nadiren. Bizim evi daha geçen hafta kaldırdılar. Birinci katımız yıkılmış duvarları da komple enkaz olmuştu. Sadece bina, öyle boşlukta sallanıyordu. Biz oradan sağ çıktık. Şu an tamamıyla yıkıldı ve daha geçen hafta yıktılar. Ablamdan mahallemizin videosunu istedim. Alt üst olmuş durumda… Artık daha önce yaşadığımız yeri tanıyamaz, çıkaramaz durumdayız, o hale geldi.”
En son memleketlerine seçim zamanında gittiklerini, ağır hasar alan evlerinin içerisine son defa girmek isteseler de bunu gerçekleştiremediklerini söyleyen  D.E., sadece evlerinin etrafına ve eski yaşadıkları yere bakıp ağladıklarını söyledi.

“Konteynerkentte nerede yaşayacağımıza karar veremiyoruz”

Eşinin abilerinin Antakya’da çadırda kaldıklarını, kendilerini de konteynerkentte kalmak için başvuruda bulunduklarını anlatan D.Y., “Biz başvuru yaptık. Ama bizi farklı yerlere gönderiyorlar. Diyorlar ki ‘bizim istediğimiz yere geleceksiniz’. Mesela Serinyol olsun, başka bir yer olsun artık nereye çıkarsa. Kendi istediğimiz yere gitme özgürlüğümüz yok. Bunu tercih etmedik” dedi.

“Devletin 3 bin lira kira yardımı bitecek, ev sahibi kira almaya başlayacak”

Memlekete dönmeyi istediklerini vurgulayan D.Y., şöyle konuştu:
“Hem eşim hem de ben ailemizden uzağız. Zamanı belirsiz. Çünkü ev yapmak da zor. Şu an orada içinden çıktığımız ev benim adıma olmadığı için bir şey yapamıyorum. Ev eşimin babasının adına. Elim kolum bağlı. Sadece internetten prefabrik ev fiyatlarına bakmakla yetiniyorum. Onda da fiyatlara bakıyorum ama uçuk fiyatlar. Daha önceki evimiz 4 katlıydı, büyük ve geniş bir evdi. Şimdi ben zaten büyük ya da 4 katlı bir ev yapamayacağım. Mecburen 2 katlı bir ev yapamaya çalışacağız, 1 kat da yanına… Ama maddi durum yok ki. Şu an 3 bin lira kira yardımı alıyoruz devletten, o da bir sene. Zaten kira yardımı bitecek, ev sahibi kira almaya başlayacak. Yani nereye gitsek elimiz kolumuz bağlı.”

Antakya’dan, Mersin Adanalıoğlu Mahallesi’ne göç

Yine Antakyalı olan ve benzer bir şekilde, akrabalarının burada olması sebebiyle Tarsus ile Mersin arasında yer alan Adanalıoğlu mahallesine gelen depremzede kadın S.İ. ise depremde yaşadıklarını ve göç sürecini şöyle anlattı:

“Allah hiç kimseye böyle bir acıyı yaşatmasın. İlk gün herkes okuluna işine hazırlanıp yatmıştı. Ben dördü çeyrek geçe uyanmıştım. Zaten gece evi gezdim, çocuklara bakındım ve dışarıda ciddi bir yağış vardı. Daha sonra yeniden yatağa geçtiğimde bir anda sallanmaya başladık. Eşimle birlikte çocukları çıkartmaya çalıştık, kapının kilidi dönmüştü. Kendimizi zorlukla dışarı atmıştık.”

Dışarıda her yerin kapkaranlık olduğunu söyleyen S.İ., “Açıkçası biz depremi dışarıda hissettik. İnsan o anda yalnızca ölümü düşünüyor. Çocuklara bir şey olmasın diye kaygılanıyor. Her yerimiz yara bere içinde kalmıştı. Çığlık çığlığaydı insanlar… Ve aynı zamanda sırılsıklamdık. Daha sonra deprem durunca kısa süre içeriye girip anahtarı almaya çalıştık. Biz içeriye geçmeye çalışırken başladı tekrar sallanmaya Sadece arabanın anahtarını almaya çalıştım. Çocuklar ağlıyordu korkuyordu, hepimiz arabaya
bindikten sonra nereye gideceğimizi kara kara düşünmeye başladık.  Ayağımızda ne terliğimiz vardı, ne çorap ne de hırka, ceket gibi bir şey… Hava gerçekten de buz gibiydi diyebilirim. Böyle bir şey sadece filmlerde izlemiştim. Herkes çığlık çığlığaydı. Hepimiz akrabalarımızı merak ediyorduk ve telefonlar çekmiyordu. Tamamen bir şehir kaybolmuştu…” diye konuştu.
Deprem sonrası 5 gün serada kaldıklarını söyleyen S.İ.,  yardım için kimseye ulaşamadıklarını anlattı. S.İ, yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:
“5 günde apar topar Mersin’e geldim. Eşim gelmek istemedi. Hiçbirimiz o sürede normal düşünemiyorduk. Çocuklarımı alıp abimle geldim. Tam 12 saatte Mersin’e yetişmek gerçekten çok kötüydü. Bunu anlatırken size gerçekten zorluk yaşıyorum. Tekrar yaşıyormuş gibi hissediyorum çünkü”.

“İşimiz yok, iyi de değiliz; günlükçülük yapıyor, biber topluyoruz”

Mersin’e geldikten sonra hayatının altüst olduğunu, yaşama sıfırdan başladığını ve çok zor zamanlardan geçtiğini aktaran  S.İ., “iyi olmadıklarını” vurgulayarak, şöyle konuştu:
“Açıkçası burada yaşayamıyorum. Ailem burada olsa da aile yetmiyor. Gelen yardımdan da hiçbir şey almadım. Çünkü kendimi çok tuhaf hissettim. Bir de benim gibi, yani herkes öyle bakıyor gibi geliyor bana. Çekinerek bir şey istiyoruz. Mersin’e gelmeden istediklerim olmuştu ama alamamıştım. Çorap istemiştim mesela onu da alamamıştım. Şu an ben işsizim. Ailenin yanındayız ama yetmiyor. Nasıl olacak onu da bilmiyorum. Her tarafa iş başvurusu yaptık. Eşim de İŞKUR’a gitti, fabrikalara gitti. Belediyeye de gittik ama yok. Şu an günlükçü olarak arada bir seranın altında biber topluyoruz. Her zaman çıkan bir şey de değil bu. Bir şekilde geçiniyoruz. Çocuklarımı okula kaydettim, hayatlarına kaldıkları yerden devam etsinler istiyorum. Onlar iyi ama biz iyi değiliz…”