DOLAR 32,2600 % 0.04
EURO 34,7466 % -0.51
STERLIN 40,5051 % -0.1
FRANG 35,5693 % -0.11
ALTIN 2.436,94 % -0,31
BITCOIN 60.933,91 -0.174

DEM Parti adayları iddialı: “Adana’yı bir kadın kenti yapmayı hedefliyoruz”

Yayınlanma Tarihi : Google News
DEM Parti adayları iddialı: “Adana’yı bir kadın kenti yapmayı hedefliyoruz”

✍ Haber: Olcay Aytürk (Çukurova Bülten  – Adana)

DEM Parti Adana Büyükşehir eşbaşkan adayları Arife Çınar ve Mahfuz Güleryüz ile Adana’nın öne çıkan sorunları ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileri üzerine söyleştik. Çukurova Bülten’den Olcay Aytürk’e konuşan Çınar ve Güleryüz, bereketli topraklara sahip Adana kentinin çok büyük sorunları olduğunu ve çözüm yolunun “doğrudan demokrasi ile eşitlikçi anlayış” fikirlerinden geçtiğini söyledi. Eş başkan adayları, aynı zamanda “kadın görünürlüğünün” de oldukça önemli olduğunun altını çizdi. 

Seçimlere artık çok az bir zaman kaldı. Çukurova’da da seçim gündemi oldukça yoğun geçiyor. Birçok parti, siyasi kampanyaları için sahada çalışırken, DEM Parti de Adana’da ciddi bir çalışma yürütüyor. DEM Parti’nin Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı için öne çıkan eş başkan adayları Arife Çınar ve Mahfuz Güleryüz, hem siyasi bakış açılarını hem de yerel siyasete ilişkin çözüm önerilerini Çukurova Bülten ile paylaştı.

Çukurova Bülten’in sorularını yanıtlayan eş başkan adayları, Adana’nın çözülmeyi bekleyen birçok sorunu bulunduğunu ve bu sorunların ise “alternatif bir belediyecilik” anlayışıyla çözülmesini mümkün gördüklerini anlattı.

“ADANA’NIN SORUNLARINI ÇÖZEBİLECEĞİMİZE İNANIYORUZ”

Olcay Aytürk: Sizleri tanıyabilir miyiz, kendinizden bahseder misiniz?

Arife Çınar:  İsmim Arife Çınar. Normalde Adana’da yaşayan biri değilim.  Ama Adana’da çalıştım.  HDP üzerinden uzun süredir siyaset mücadelesi içerisinde yer alan biriyim.

Mahfuz Güleryüz: İsmim Mahfuz Güleryüz. Çok genç yaşlardan itibaren aktif siyasetin içerisindeyim. Siyasi partilerimizin  çeşitli kurullarında yer aldım. Yürütümün siyasi faaliyetlerden ötürü olarak zaman zaman Adana’dan  faaliyetlere dahil olduk. O yüzden yabancı olduğumuz bir kent değil.  Şimdi de burada arkadaşlarımızın talebiyle  onayıyla  burada eş başkanlık faaliyeti, eş başkan adaylığı faaliyeti gösteriyoruz.

“ALTERNATİF BİR YÖNETİM ANLAYIŞI İÇİN BURADAYIZ”

O.A: Öncelikle şunu sormak isterim. Adana’dan aday olma gerekçeniz nedir?

A. Ç. : Biliyorsunuz ki bizde eşit temsiliyet var. Kadın eş başkanlığı üzerinden büyükşehir adaylığı için buradayım. Adana’yı bildiğimden dolayı, öneriler  çerçevesinde  Adana’da bulunuyorum şu anda.

M. G. Birçok gerekçeden bahsedebiliriz. Ama özet olarak, Türkiye tahayyülü doğrultusunda, genel paradigmamız, genel felsefemiz doğrultusunda  Adana’da bu seçime talip olduk.  Biz Türkiye’nin  birçok yapısal sorununun olduğunu biliyoruz ve bunların değiştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.Yapısal sorunlar sadece merkezi hükümetten kaynaklı sorunlar değil. Yerelde de  tıpkı Türkiye’nin prototipi olarak yaşanan bin tane problemden bahsedebiliriz. Dolayısıyla  hem  genel felsefemizi alana taşımak  hem de Adana’da var olan  problemlerin çözümü konusunda alternatif bir yönetim anlayışı ortaya koyabilmek için  buradayız.  Adana’nın çok köklü, çok temel  ve uzun yıllara dayalı il sorunları var. Biz  alternatif bir yönetim, alternatif bir  anlayış çerçevesinde  Adana’nın sorunlarının çözülebileceğine inanan insanlarız. İnanan  bir hareketiz.

“ÜÇÜNCÜ YOL STRATEJİSİNİ AÇIĞA ÇIKARACAK BİR PARTİ VAR”

O.A. : İlk soruyla bağlantılı olacak şekilde sormak isterim. Kendinizi halka nasıl anlatıyorsunuz? Sizi diğer adaylardan farklı kılacak olan özellikler nelerdir?

A. Ç.: Bizim siyasetimiz aslında Türkiye’de tarihsel olarak baktığımızda, tüm siyasetlerin dışında  Genel demokratik siyaset dediğimiz parlamento/meclis siyaseti üzerinden bir farklılık arz etmekteyiz. Bunun bir yönünü de yerel demokrasi ve doğrudan demokrasi olarak ifade ettiğimiz sistem üzerinden de tanımlıyoruz. Aslında baktığımızda hem mevcut olan iktidarlar üzerinden hem de tarihsel olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin   kodlarının dışında, ezber bozacak diyebileceğimiz düzeyde bir siyasetimiz var. Türkiye’deki eşitsizliğin, adaletsizliğin, farklı kimliklerin yok sayılması ve bu kodlarla bugüne kadar son kırk yıldır özellikle hep varlığını sürdüren bir sistemle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Bizce Cumhuriyetin bir gerçekliği bu. İnançlarla birlikte, özellikle kadın inkarı üzerinden diğer kimliklerin inkarıyla kendi varlığını sürdüren ve iktidarların da bu kodlar üzerinden varlık gösterdiği bir noktada olunduğunu ifade edebilirim.

Ama bugün baktığımızda artık Türkiye’de bu siyasetlerin dışında üçüncü yol stratejisini açığa çıkaracak parti var. İşte, bu  dün HDP’ydi. Doksanlı yıllardan beri aslında bu mücadeleyi yürüten çeşit siyasi partiler oldu ve çeşitli baskılar sonucunda da bu siyasi partiler kapatıldı. Ama bugün, bu işe partinin de  döneme göre ve yine üçüncü yol siyasetini esas alan bir yerden yaklaşarak ve yine kadın eşit temsiliyeti üzerinden yaklaşarak  bunu devam ettiriyor. Bir yönüyle baktığımızda en önemli fark budur.

Her belediye eş başkanımızda ve  aynı zamanda yerelde eşit temsilcisi ve belediye meclis üyeliği üzerinden de esas alan bir yerden bakıyoruz. Bir yerini de kendimizi kadın hareketi ve Türkiye’de olmayan  bir  yeni yaşamı inşa etme tam da o üçüncü yol strateji dediğimizde tam da bunun üzerinden  şekillendirilecek. Kadınları da, Alevileri de, Kürt halkını da dahil ederek, Süryanileri ve Ermenileri de dahil ederek sonuçta bir  demokratik cumhuriyetin inşası üzerinden aslında siyasetimizi yürütüyoruz. Bu yönüyle de burada  eş başkanlık temelinde yine kadın kimliği ve kadın  temsilcisini esas alan bir yerden Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylık çalışmasını sürdürüyoruz.

“BİZİM TEMEL GEREKÇELERİMİZ FARKLI”

M.G. : Kendimizi anlatabileceğimiz birçok alan var. Hem yerel yönetimler bazında hem de Türkiye siyaseti genelinde… Biz kuruluş felsefesi itibarıyla  şöyle bir yapıya sahip değiliz. Türkiye’de yüz yıllık süreç içerisinde  değişik hükümetler geldi, değişik hükümetler bu ülkeyi yönetti. Değişik belediye anlayışları geldi, belediyeleri yönetti. Şimdi de biz talip olalım. Onların bir benzeri şekilde bir yönetim anlayışıyla hareket edelim, tarzında kurulmuş bir yapı değildir. Bizim temel gerekçelerimizden biri, kadın özgürlükçü yapımız. Biz kadının toplumun en az yarısı olduğunu söylüyoruz.  Kadın eğer toplumun yarısıysa, o zaman toplumun en az yarım oranında söz ve karar merci haline getirilmesini istiyoruz. Bu her aşamada, yaşamın her süreci için geçerli. Ülke yönetimi, belediye yönetimi, partilerin yönetimi, mahallelern  dizayn edilmesi, sokakların dizayn edilmesine kadar yaşamın her alanına sirayet edecek bir kadın anlayışını, kadın renginin, kadın hakimiyetinin oluşmasını savunan bir partidir. Birincisi bunu anlatıyoruz.

İkincisi biz ekolojist bir yapıyız. Türkiye  kentlerinin hepsi  ekolojik  gerçeklikle aykırı bir şekilde inşa edilmiş yapılar. Yani o bildiğimiz, klasik manada bir çöpten işte bir düzensizlikten falan bahsetmiyoruz. Bunlar tabii önemli şeyler. Hani dizaynı, kentin çöpü, temizliği bunlar önemli noktalar ama esasen ekolojik yapıya, eko-dengeye uyumlu kentlerin yaratılması bizim için oldukça kıymetli.

Uyumlu evlerin, uyumlu sokakların, uyumlu yeşil alanların varlığı anlamlı. Mesela yeşil alanlar inşa ediliyor. Ancak bu alanın kendisi yeri geldiğinde bir ekolojik kıyıma neden oluyor. Dolayısıyla biz hayatın her alanında doğayla uyumlu bir yaşamın oluşturulması gerektiğine inanıyoruz.  İkinci anlatacağımız  mesele bu.

“TAHAKKÜMLER KALKMALI DİYORUZ”

Üçüncüsü ise biz Türkiye’nin sosyolojik çeşitliliğinden hareketle şunu söylüyoruz. Diyoruz ki hiçbir yapının diğer yapı üzerinde tahakkümü olmamalı. Mesela erkeğin kadın üzerinde tahakkümü  olmamalı.  Dinlerin mesela, Türkiye’de İslam’ın diğer dinler üzerine bir tahakkümü olmamalı. Sermayenin emek üzerinde tahakkümü olmamalı. Yine sermayenin doğa üzerinde bir tahakkümü ve talanı olmamalı.  Temel  meselelerin hepsinde biz anti tahakküm bir yapıyız aslında.

Tahakkümlerin her çeşidini, her biçimini reddeden bir noktadan yaklaşıyoruz. Dolayısıyla toplumsal bütün dinamiklerin birbiriyle örtüşen, birbiriyle barış, tabiri caizse sosyal yaşam ve eşit noktada paylaşan bir felsefede oluşmasını istiyoruz. Dolayısıyla bunu anlatıyoruz. Bir diğeri yani biz, özellikle Kürtlerin, Alevilerin, hatta son dönemde samimi Müslümanların yaşamış olduğu, hani o kadın özgürlükçü kimliğimiz,  bu dinamiklerin de özellikle rejimde büyük zararlar, büyük yıkımlar gördüğünü biliyoruz. Dolayısıyla bunların temsiliyetini savunuyoruz, anlatıyoruz.

“72 MİLLETTEN OLUŞTUĞUMUZU SÖYLÜYORUZ”

Bir diğer şey, örneğin biz ülkemizin Anadolu’nun 72 milletten oluştuğunu söylüyoruz. Gerçekten böyle. Herkes bunu söylüyor. Yani MHP dahil olmak üzere herkes bu renkliliği, bu çeşitliliği kabul ediyor. Ve dillendiriyor. Bu bir realite, bu bir gerçek. Bu ülkenin bir zenginliği. Ama Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren biz 72 milletin 71 milletini bir millete kurban etmişiz. Hepsini yok etmişiz. Hiçe saymışız. Hepsi Türklük esası üzerinde konumlandırılmak istenmiş ve diğer kimliklerin, diğer dillerin hepsi reddedilmiş. Ülkemizin esas temel problemlerinden bir tanesi de bu. Mesela şunu demişiz. Demişiz ki bu ülkede birilerinin mutlu olabilmesinin yolu Türk’ lükten geçiyor. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sloganı bunu ifade ediyor. Yani sizin mutlu olabilmenizin yegane yolu Türk olmanız. Ben bir Kürdüm. Bu ülkenin sahibiyim. Bu ülkenin kurucu bir unsuruyum. Bu ülkeyi herhangi bir bölme  gibi talebim asla yok. Hatta karşıtıyım. Ama benim burada mutlu olmam Türk olmamdan geçiyor. O kadar çarpık bir zihniyetle kurulmuş bir devlet mekanizmamız var. Dolayısıyla biz bu mekanizmanın da değiştirilmesi gerektiğini anlatıyoruz, anlatacağız.

“ADANA TAMAMEN AYRIŞTIRILMIŞ DURUMDA”

O.A  :Adana’da ciddi bir yarış olacağa benziyor. Bu, polemiklere de yansımış durumda. Siz bu kentte ne tür sorunlar görüyorsunuz? Buna dair çözüm önerileriniz hazır mı?

A. Ç. : Güney ve kuzey olarak ifade edilen Adana kentinin iki yakası hakikaten tamamen ayrışmış durumda. İki yaka birbirinden çok farklı. Yani bu şunu gösteriyor. Biraz önce bahsettiğimiz aslında eşitsizliğin ne kadar derinleştiğini gösteriyor. Bir tarafa gittiğimizde görüyoruz; evet oralar da çok böyle bizim belediyecilik, yerel yönetim anlayışı üzerinden örnek alınacak yerler değil. Ama belediye tarafından önemsenen yerler olduğunu görüyoruz. Yani yeşil alan üzerinden mesela. Oralarda da sonuçta gençlere, çocuklara dair kültür merkezlerinin olmadığını, işte kreşlerin belediyeler tarafından yapılmadığını da biliyoruz. Ama bir yerde o elit dediğimiz Adana’nın orta sınıfının yaşadığı yerlerde hayatın daha başka aktığını görüyoruz. Oraların daha yaşanılabilecek bir standart üzerinden şekillendiği anlaşılıyor.

“ADANA’DA YEŞİL ALAN SORUNU DA VAR”

Seyhan’ın diğer tarafına, kuzey tarafına geçtiğimizde, yeşil alanların olmadığını, yolların hem ara sokaklarda hem belli ana yollarda yolların bile yapılmadığını görüyoruz. Yani çukur, çukur içerisinde de her daim bir su birikintisi görebiliyoruz. Yine onun yanında elektrik direkleri benim çok dikkatimi çekmiştir. Her an insan yaşamının bir rüzgarda, bir yağmurda tamamen evlere bitişik olması ve aynı zamanda orada güçlü,  trafo şeklinde direklerin üzerinde çeşitli cihazların olduğunu da görüyoruz. Belki bir kısmı vericilerdir, telefonları güçlendirme için kullanılan vericilerdir. O da ayrıca bir soruna neden oluyor.  Bu, risk teşkil etmekte.

“ADANA BİRÇOK SORUNUN MERKEZİNDE YER ALIYOR”

Şimdi, Türkiye’de birçok yerde böyle ama özellikle burada da ciddi sorunlar var. Mahallelerde uyuşturucunun yaygınlaşması, gençlerin bahsettiğimiz kültür merkezlerinin olmaması gibi sorunlar var. Ayrıca çocukların sokakta oynarken kendi alanları ya da çocuklara yönelik yaratılan alanları yok ve her an bir araçla karşı karşıya kalabileceği yerler bunlar. Yine baktığımızda ciddi bir Kürt nüfusu var ki bu Araplar için de geçerli. Yani ana dillerinde bir eğitimin olmadığını görüyoruz ya da belediyelerde bu yönüyle bir hizmetin olmadığını biliyoruz. Ki biz ana dilde Kürtçe eğitimin artık verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

“AKP ÖYLE AMA CHP DE ZATEN BUYDU”

Devam edersek, ciddi eksikler ve sıkıntılar var ve bu yüzyılda olmaması gereken bir belediyecilik anlayışının olduğunu görüyoruz. Bu belediyecilik anlayışında, örneğin buranın geliri buraya ne kadar aktarılıyor? Biliyorsunuz, merkezi otoritenin, iktidarların yukarıdan burayı belirleme gibi bir anlayışları hep var oldu. Bu her siyasi parti üzerinden olan bir şeydir aslında. Kimsenin de değiştirmeye niyeti yok. Bugün AKP böyle ama dün CHP de buydu. Diğeri de buydu. Çünkü devletin o bahsettiğimiz kodları bu şekilde. Belli kaynak aktarılsa da yapılması gereken hizmetler verilmiyor. Hala biz yolları konuşuyorsak, hala su kesintisini vb. konuşuyorsak durum iyi değil demektir.

“ADANA GÖÇ ALAN BİR ŞEHİR”

Keza yine burası göç alan bir kent. Yani özellikle Orta Doğu’da yaşanan savaşlardan kaynaklı Adana da göç alan bir şehir. Ve yine baktığımızda tam da o kuzey kentlere, mahallelere yerleştirilen bir dağılım söz konusu. Ve buralarda hakikaten çok kötü koşullarda yaşanıyor. Her yerde böyle bir özellik olsa da  kadın üzerinden tekstil fabrikalarında çalıştırılan ucuz iş gücü ve sömürü Adana’da oldukça fazla. Yine baktığımızda tarım işinde portakal, limon, mandalina ve  bu bağlara gidenlerin de genelde kadınlar olduğunu, işte ırgatlığın, ucuz iş gücünün çok yoğun olduğunu söylüyoruz. Öte yandan tarım alanları da imara açıdı. Bugün portakal bahçeleri ancak şehir dışına çıktığımızda görülebilir durumda. Biz artık imara açılan devasa binalarla yaşam alanlarının her geçen gün daraltılacağı bir kent görüntüsü olacağını düşünüyoruz.

M. G. : Merkezi hükümetlerin çok büyük problemleri, çok büyük sorunları var. Çok büyük kötülükleri var kentlere. Ama meseleyi sadece oraya yükleyerek de kurtulamayız. Örneğin Adana’da yağmur yağdığında, 4 kilometrelik yolu tam bir saate katettik. Yağmur yağmış; yani kıyamet kopmamış. Deprem olmamış. Bir felaket yaşanmamış. Yollar yakılmamış. Köprüler uçmamış. Değil mi?

“3 BİN YILLIK ŞEHİR ADANA, TARİHSEL DOKUYSA YOK EDİLMİŞ”

Şimdi bu merkezi hükümetin problemi değil. Bu buranın yönetiminin yaratmış olduğu problemdir. Kentin 3000 yıllık tarihi var. Bu 3000 yıllık tarihe dair bir tane tarihsel doku bırakılmış mı kentte? Hepsi talan edilmiş. Bunlar yerel yönetimlerin sorunudur. Kentteki bu çarpık yapılaşmayı, Adana’yı dolaşıyoruz. Adana yoksulluk kokuyor, dünyanın en zengin toprakları, en verimli topraklarına sahip olan bu kent, yoksulluk ve umutsuzluk içerisinde yaşıyoruz. Bunun sebebi yerel yönetimlerdir. İşte biz bunun değiştirilebileceğinin mümkün olduğunu anlatacağız. Çünkü buna inanıyoruz. Ve bunu biliyoruz. Bu kentin kaynakları bu kent yoksulluğunu bitirmek için yeter de artar.

“SEMTLER ARASINDAKİ EŞİTSİZLİK ÇOK BÜYÜK”

Bakın kentler arasındaki eşitsizliği, semtler arasındaki eşitsizliği hepiniz görüyorsunuzdur. Bir tarafa gidiyorsunuz Paris, bir tarafa gidiyorsunuz.  Karaçi. Yani bu kadar birbiriyle farklı olan kent yaklaşmasının gerekçesi ne olacak? İki yerde Adana değil mi? Seyhan’daydık.  bir gün önce çocuklar etrafımızı sarmış. Başkan halı saha istiyoruz. Halı saha çocukların oyun oynayabileceği bir tane park yok. şimdi diğer taraftan Çukurova’nın bilmem hangi mahallesine gidiyorsun? E diyorsun burası menhent. Bu çarpıklık. Bu kentin kaderi midir?  Burayı yönetenler bunu görmüyor mu? Ama biz bunun bir tercih olduğunu biliyoruz. Bu bir zorunluluk değil, bu bir tercihtir.

“ADANA’DAKİ HALKLARA ÇAĞRI YAPIYORUZ”

Bu tercihin ortadan kaldırılması gerektiğini anlatacağız, kitlemize ve tabana. Buradan sizin vasıtanızla bütün Adanalılara sesleniyorum. Emin olun bu yönetim anlayışından sadece Kürtler, Aleviler, kadınlar muzdarip değil. Herkes bir şekilde kentin varoş bölgelerine çıktığında ‘Eyvah ben böyle bir kentte mi yaşıyorum?’ diyordur yani. “Bu kent mi benim kentim?” diyor. Bu kentin bu tarihte olmaması gerektiğine herkes inanıyor. Biz de inanıyoruz. Ve emin olun, bunu beş yıl içerisinde değiştirmenin mümkün olduğunu biliyoruz. Pratiklerimiz var.  Geçmiş dönem deneyimlerimiz var. Biz çalmanın, çırpmanın, yandaşa kaynak aktarmanın, aktarmamanın olduğu bir sistemde bu fotoğrafın, bu görüntünün ortadan kaldırılabileceğine çok iyi biliyoruz, inanıyoruz.

Dolayısıyla sizin vasıtanızla bütün Adana halklarına, Adanalı bütün yurttaşlara gelin yeni bir şey deneyelim, çağrısı yapmak istiyoruz. Daha iyisini yapmanın mümkün olduğunu birlikte gösterelim diye hepsine çağrı yapıyoruz. Bu çok zor değil, bir hayal değil.  Bir oy kadar yakın, bir oy kadar basittir. Ve otuz bir Mart’a hepsinin DEM Parti’ye yeni bir yönetim anlayışına oy vermesini talep ediyoruz.

“SEÇİM BİLDİRGEMİZ HER ALANIN ÖZGÜNLÜĞÜNE AÇIK BİR BİLDİRGE”

O.A: Özel bir propaganda çalışması yapıyor musunuz? Yerel seçimlere yönelik parti olarak ne tür hedefler belirlediniz?

A. Ç. :Şimdi kentlerin birbirine benzer halleri var. Yani bu Kürt ilerinde de öyledir. Aynı zamanda Batı ilerinde de öyledir. Yani kadınların belediye karar mekanizmalarına dahil olmaları üzerinden tutalım da kültür merkezlerine kadar. Nüfusun yoğunluğu önemli ama nüfusun yoğunluğundan ziyade kentin dokusu da önemli. Nüfus etnik, sosyo, kültürel hakikaten o dağılımı önemli.

Seçim bildirgemizde de bunu esas alan bir yerden bakıldığı ortadadır. Bu, üç beş arkadaşın oturarak hazırladığı bir seçim bildirgesi değil.  Biz tüm kadınları çağırarak, her yapılana kadınları çağırarak bunu hazırladık. Kadın sözcümüz Halide Türkoğlu’nun katılımıyla oradan düşünceler, talepler alınarak kadın seçim bildirgesi oluşturuldu. Mersin’e, Adana’ya ve diğer kentlere gidilerek, STK’larla görüşülerek talepler alındı. Ve onun üzerinden bir seçim bildirgesi açığa çıktı.

Ve bu bağlam üzerinden de her ili uyarlayacağımız, ilin özgünlüğüne göre biçimlendireceğimiz bir seçim bildirgemiz zaten mevcut. Yani bizim onları zaten biz hakikaten mevcut sisteme göre çok özel politika, özel demeyelim olması gereken bir belediyeciliktir. Ama bugüne kadar birçok şey yapılmadığı için de maalesef bizim seçim bildirgemiz çok özel olarak, “yeni yaşam” olarak ifade ediyoruz. Olması gereken bir şey aslında. Belediyeler, bunu bir rant alanı olarak görme ya da bir istihdam alanı olarak görülen yerler olarak değerlendiriyor. Aynı zamanda bu modeli açığa çıkaracak olan Kürt kentlerini tam da burada işletilen belediyeciliğin maskesinin düşmesi, kirli yüzünün düşmesi üzerinden de değerlendirmek gerekli. Bugün Kürt illerine kayyumun atanmasının bir nedeni de budur aslında.

Çünkü orada bir model açığa çıkacaktı ve bu, kadın aklı üzerinden ortaya konacaktı. Bizim belediyelerimiz hep çok dilli olmuştur. Şimdi buralarda nüfusun büyük bir kısmı Kürt olmasına Kürt de ama adı yok. Buna dair bir Kürtçe kelime kullanılamıyor. Yani bir lavaboda jin kelimesi  yazsam hakikaten bu başka bir şeye neden olacak.  Şimdi böyle bir durumu yaşıyoruz. Bu politikalarımız zaten özel demiyorum ama olması gereken doğrudan demokrasiyi uygulayan söylemlerimiz zaten seçim bildirgenizde mevcut. Ben bunu ifade edebilirim.

Mehtap abla

“KENTİN BEŞ YILLIK STRATEJİ PLANINI YAPIYORUZ”

M. G. : Şimdi AKP hükümetiyle birlikte Türkiye’de yerleşen bir bir kültür var. Özellikle yönetimlere talip olanların hepsi çılgın projelerle açığa çıkıyor. Gerçekten çılgın projeler. Yani ne toplumsal dokuyla uyuşan, ne kentin tarihiyle uyuşan, ne de ekodengeyle uyuşan, daha doğrusu uyuşmayan projelerden bahsedilir. Ve bunların hepsinin sonucu yıkım olur. Yani toplum için, toplum açısından yıkım olur. Belki birilerine,  büyük bir zenginlik olarak geri döner ama toplumun esasına bir yıkım olarak döner. Şimdi bizim böyle projelerimiz yok.

Şimdi kentin belediyeler alındıktan sonra kentin beş yıllık strateji planını yapıyoruz. Bu stratejik plan çok önemlidir. Beş yıl boyunca bir belediye, tabiri caizse kendine bir yol haritası belirler. Işte az önce bahsettiğimiz kentin kuzeyinde ne yapacağım? Güneyinde ne yapacağım? Orta bölgesinde ne yapacağım? Nereye yol yapacağım? Nereye okul? Nereye sağlık ocağı? Nereye Cem Evi? Şimdi Türkiye’deki belediyeler, belediyecilik anlayışı bu strateji planını yaparken bir avuç insan olarak oturur kapalı kapılar ardında kent adına, kentin bütün yurttaşları adına kararlarını alırlar ve bunu hiç kimseye de ifade etmezler, bildirmezler. Otururlar, diledikleri gibi bunu hayata geçirirler. Bunun neticesindedir işte bir Çukurova ortaya çıkar, bir Dağlıoğlu ortaya çıkar.

“ADETA BİR YERİMİZ MANHATTAN BİR YERİMİZ KARAÇİ…”

Bu, tercihen yapılan bir şeydir. Tesadüfen olan bir şey değil. Kentin bir yeri Manhattan kent, bir yeri işte Karaçi bölgesinin olması nedeni bu zihniyettir. Şimdi dolayısıyla biz kentin bütün dinamikleriyle kentin beş yıllık strateji planını yapacağız. Sokak sokak dolaşıp kentin ihtiyacı nedir? Hem bire bir tespit edeceğiz hem oradaki yurttaşlara soracağız. Hepsinin notunu aldıktan sonra kent meclisleriyle bunu karara dönüştüreceğiz. Sadece sorduk geldik işte A mahallesine. Dedi ki, ben böyle bir şey istiyorum. Onun tekil isteği doğrusunda bir hareket değil bu dediğim. Sonra oradan alınan talepleri halk meclislerine sunacağız ve halk meclislerinde bunu karar altına alacağız.

Dolayısıyla kentte 5 yıl boyunca yapacağımız çalışmaların hemen hemen hepsini o kent strateji belgesine yansıtmış olacağız. Beş yıl sonra halkın karşısına çıktığımızda siz bize bunu bunu bunu söylemişsiniz, bize bu doğrultuda bir faaliyet yürütüyor. Dolayısıyla önceden kafamızda planladığımız, kendi belli çevreler için hazırladığımız projelerle değil kentin kendi gerçek yurttaşların o sahipleriyle  oluşturacağımız  planlamayla  kenti yöneteceğiz.  emin olun bu Türkiye’nin  çok az bölgelerinde yapıldı. Kayyumların olmadığı dönemlerde örneğin. Adana ile Diyarbakır’ın nüfusu üç aşağı beş yukarı aynı.

Coğrafik özellikler bağlamında da benzer. İkisi de düzdür, obadır. Bir gidin bizim belediyecilik döneminde yapılan yapılaşmaya bakın. Bir öncesine bakın. Mesela 1999 öncesi sürece bakın. 99 sonrasına bakın. Bir de Adana ile kıyaslamaya bakın. Benzer dönemlerde göç almış, benzer tarihi süreçlere sahip. Hatta benzer kültürel yapılara dokulara sahip. Kentlerin gidin bir imar planına bakın. Yol yapısına bakın. Şimdi Avrupa’dan heyetler geliyor. Bu heyetler önce İstanbul’a gidiyor. Sonra İzmir’e gidiyor. Sonra Ankara’ya gidiyor. Sonra Adana’ya gidiyor. Sonra Diyarbakır’a gidiyor. Dönüşte bizimle bir kez daha toplantı yapıyorlar. Diyorlar ki biz Diyarbakır’daki o yapılaşmayı, o imarı Avrupa’da bile henüz sağlayabilmiş değiliz.

“BİZİM BELEDİYECİLİĞİMİZDEN HİÇ BAHSETMİYORLAR”

Bakın merkezi hükümetin bütün antidemokratik uygulamalarına o kaynak vermeme politikalarına rağmen orada kısa sürede çok öyle özel bir tarihten bahsetmiyoruz. Birkaç yıllık bir belediyeciliğin ortaya çıkarmış olduğu hizmetlerden bahsediyoruz. Müthiş bulvarlar. Kent trafiğini asla ortaya çıkarmayacak planlanmalar. Demek ki bunlar mümkün ve bunlar kentin kıt kanat bütçeleriyle oluşturulmuş  hizmetler, basın asla bundan bahsetmez. Bizim belediyeciliğimizim ortaya çıkarmış olduğu bu çalışmalardan asla bahsetmez. Mesela, bir nohut, bir fasulye meselesi Türkiye’de muazzam bir reklam konusu yapıldı, değil mi? Nohut yetiştirildi, fasulye yetiştirdik. Gidin Diyarbakır’ın sadece bulvarlarına bakın.

Örnek bir kentleşmenin doğayla uyumlu kentleşmenin nasıl yapılabileceğinin küçük bir örneğini görün. Bu Silopi için geçerli, bu Yüksekova için geçerli, bu Van için geçerli. Bildiğiniz o coğrafyanın hepsi için geçerli. Ve dediğim gibi bütün antidemokratik uygulamalara rağmen yapılmış olan şeylerdir. Bunu Adana’da hele hele bu zengin topraklarda bunu yapmak çok daha kolay, çok daha mümkündür. Yapılmamış olması tek kelimeyle şaşırtıcıdır. Hani gerekçelerini biliyoruz. Niye yapılmadığını biliyoruz ama çıplak gözle baktığınızda  niye yapılmadı? Dolayısıyla biz kentin sahiplerinin kendini yönetebileceği bir mekanizmadan bahsediyoruz. Ve Adana’nın  gelirinin kendi iş gelirinin her belediyesinin gelirini kentin bütün kaderini değiştirebileceğine inanıyorum. Buna yetebileceğini biliyorum. Dolayısıyla bunu halkın ve kentin hizmetine sunacağız.

“YAŞAM KOŞULLARI SON DERECE KÖTÜ”

O.A:  Başkan adayı olarak Adana halkı sizden neler talep ediyor? Gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?

A. Ç: Bahsettiğimiz mahallelerde yaşayan insanlarımız, insanların yani yaşam koşullarının hakikaten kötü olduğunu çocuklar için park alanlarının olmadığını işte keza kadınlar için mesela Ceyhan gibi bir ilçemizde kadın sığınma evleri ya da kadın yaşam alanlarının olmadığının, yani geçen ay biliyorsunuz birkaç gün içerisinde 8 tane kadın katledildi. Şimdi bu bilinen, bir de evde  maruz kalan birçok kadın bu durumu yaşıyor. Ve her an yine katliamla karşı karşıya, kadın kıyımıyla karşı karşıya olan birçok kadın var. Kadın daire başkanlığı altında o bahsettiğim işte kadının şiddetidir, psikolojik şiddettir ya da işte kadınlara dair ne yapılabilir üzerinden çeşitli şeyler sunuluyor.

Bu gibi alanların oluşturulmasına yönelik talepler oluyor. Yani çok özgün şu anda ifade edeceğim bir şey yok ama temel olarak bize yansıyanlar bunlar. Özellikle çocuklar üzerinden hakikaten kültür merkezlerinin olması ve ana dil kullanımı bir talep. Ama bunun çok işlevli ya da yerine getirebilme, yerine getirme ya da buna dair adımların atılması hiçbir zaman söz konusu olmamıştır diyeyim. Bir diğeri de şu konuya da değinmek istiyorum. Şimdi inançlar var. Mesela Aleviler olarak Adana’da ya da genel olarak baktığımızda Alevilerin ibadethanesi yasal olarak tanınmıyor. Genelde yapılan belediyelerden yardım alan ve ibadethane olarak görülen yerler. Gerçekten buralar kendi özelliğini, özgünlüğünü ortaya koyacak. Belediyeler buraya ‘oy deposu’ olarak bakma anlayışından vazgeçmeli. Bugün belediyelerin çoğu bu şekilde yaklaşıyor. Oranın özerkliği, özgürlüğü göz önüne alınmıyor.

Ne oluyor? Aslında seni bir yerde inancından koparan da bir anlayışa bürünmüş oluyor. Ya da oraya bağlı olarak sen hareket ediyorsun. Oranın belirlemiş olduğu ölçüler, kurallar üzerinden hareket ediyorsun. Oysa inanç özgürlüğü dediğimizde ya da hakların özgürlüğü dediğimizde de veya kadın özgürlüğü dediğimizde de insanların kendi iradesiyle oraları işleteceği, kendi inancının ya da kadın iradesinin esas alınacağı yerler akla gelmeliydi Bu ve benzer sorunlar bizlere söyleniyor diyebilirim.

“BU KENTTE CİDDİ BİR YOKSULLUK HAKİM”

M. G: Her şeyden önce ciddi bir yoksulluk var bu kentte. Yani girdiğimiz her yerde bu hissediliyor. Bu yoksulluğun bitirmesine dönük projelerin ve kalıcı çözümlerin üretilmesi talebi var. Dolayısıyla büyük bir işsizlik var. Yani o yoksulluğun esas nedenlerinden bir tanesi olarak. Büyük bir işsizlik var. Belediyelerin istihdam alanları aşmasının mümkün olduğunu toplum da biliyor. Bunu yapmanın mümkün olduğunu toplum da biliyor. Dolayısıyla bunun talebini  iletiyor. İkincisi hakikaten bir çok dilli belediyecilik hizmetinin talebi var. İşte inançlara saygı çerçevesinde bir yaklaşımın olması gerektiğine  dair talepler var. Sağlık hizmetlerine ulaşım. Ya insanlar doktora gidemiyorlar, yaşlılar. Bu  kentte yaşlılar ambulans bulup doktora gidemiyor. Şimdi bu alanda altyapı, özellikle hastanelerin altyapısı çökmüş vaziyette. Herhangi bir sağlık ocağına, herhangi bir hastaneye gittiğinizde yüzlerce hizmet bekleyen yurttaşla karşılaşıyorsunuz.

“ÇARPIKLIK, ŞİDDET, ALTYAPISIZLIK…”

Günlük doktor başına yüz yüz elli tane hasta düşen vaziyette. Dolayısıyla sağlıkta şiddet olguları vb. her gün karşılaştığımız sorunlara dönüştü. Bunun nedeni  altyapının cevap vermiyor olması. Ne personel cevap verebiliyor ne hasta. Ne de yurttaş kendi ihtiyacına cevap alabiliyor. Yani sağlık hizmeti alabiliyor. Korkunç bir çarpıklık var. Hastaneye gidip cinnet geçirmeden çıkmak adeta mümkün değil. Hepimiz için. Oradi yaşayan insanlar ise daha doğrusu çalışan insanlar ise her gün o cinnet atmosferinde hizmet üretmeye çalışan insanlar. Dolayısıyla korkunç bir altyapısızlık ve yetmeyen bir hizmet problemiyle karşı karşıyayız. Uyuşturucu Adana’da giderek büyüyen ve çocuk yaşta artık kullanımların, kullanıcıların artığı bir problem. Buna dönük çözüm önerilerimiz var. Yani hem engellenmesi hem de tedavisine dönük ciddi önerilerden bahsediyoruz.

Özellikle Suriye’deki felaketten sonra ülkemize, Adana’ya gelen yurttaşların yaşam standartlarıyla, yaşama entegre edilmeleriyle ilgili ciddi problemler var. Ek olarak,  kavganın, cinayetin, şiddet olaylarının ortaya çıktığı kentlerden bir tanesi Adana’dır, biliyorsunuz. Her gün bir vaka basına bu anlamda yansır. Şimdi onların da bu kentin artık birer yurttaşı olduğunu bilmesi lazım. Dünya herkesin dünyası. Irkçılıkla yabancı  düşmanlığıyla, mültecileri adeta hakir görmeyle çözülebilecek bir durum değil bu. Bu insanlar geldiler. Kabul edelim ya da etmeyelim. Geldiler ve şu an bizim yanı başımızda yaşıyorlar. Onların bizimle eşit koşullarda yaşamasını sağlamak gibi bir problemi var belediyenin. Hem merkezi hükümetin hem de belediyenin. Dolayısıyla buna dair de çözümlerin  talep edildiği  bir  pozisyonu  söz konusu.

“ŞEHİR SORUN ÜRETİYOR, GENÇ NESİL GÖÇÜYOR”

Aynı zamanda burası göç alıyor ama bir taraftan da göç veriyor. Mesela nitelikli bir göç durumu söz konusu Adana’yı için. Nitelikten kastım şu. Avrupa’ya göçenlere bakıyoruz. Meslek sahibi insanlar. Hem de ihtiyaç duyduğumuz mesleklerin sahipleri. Doktorlar göçüyor, profesörler göçüyor. Genç nesil göçüyor. Avrupa’ya büyük bir genç neslin Adana’dan göçtüğünü biliyoruz. Dolayısıyla buna dair de çözümlerin üretilmesi beklenmeli. Adana öyle bir yer ki elinizi nereye atarsanız elinizde kalıyor. Sorun üretiyor. Her taraf sorun alanı, sorun kaynağı ve hepsi çözüm bekleyen problemlerle dolu. Dolayısıyla işimizin kolay olmadığını biliyoruz. Buralara talip olurken kolay bir işe talip olmadığımızı biliyoruz ama kendimize güveniyoruz. Çünkü bu yükü bizim kendimizin kaldırmayacağını biliyoruz. Bu birkaç insanla kaldırabileceğimiz bir yük değil, toplumun kendisiyle kaldıracağız.. Hani diyoruz ya, toplumun kendisinin yönetimi olacak. İşte, onların hepsini bütün toplumsal dinamikleri yönetime dahil ederek biz bu sorunların altından kalkabileceğimizi biliyoruz. O yüzden de korkmuyoruz. O kadar proje anlatırken, o kadar dert anlatırken hepsinin çözümünün mümkün olduğunu ifade ediyoruz.

O.A: Biliyorsunuz, iktidarın sokak hayvanlarına yönelik olumsuz propagandası mevcut. Bunu bir sorun olarak görüyor ve Avrupa modeli gibi uygulamalar gündeme getiriliyor. Sizin sokak hayvanlarına yönelik politikalarınız nelerdir? Bu konuda ne söylemek istersiniz?

A. Ç: Biz ekolojik dengenin korunması gerektiğini savunan bir partiyiz. Sonuçta hayvanların korunması için de politikalarımız var. Yani hayvanlar için belli alanların yaratılması, belediyenin gerekli olanı sağlayabilmesi bizim gündemimizde olan konular. Ama bunu yaparken hakikaten şey değil, duyarlılığın sağlanabilmesi için belirli bir uyum politikası gerekli. Ben bunları ifade edebilirim. Genel olarak hayvanları korumaya yönelik bir politikaya sahibiz.

“HAYVANLAR DA YAŞADIKLARI YERİN SAHİBİDİR”

M. G. : Şimdi yaşadığımız yerler bütün canlı popülasyonun mekanları. Dolayısıyla hayvanlar en az bizim kadar buraların sahipleri. En az insanlar kadar yaşadıkları yerin sahipleri. Ve kentler, mahalleler, ovalar, meralar o hayvanlarla birlikte oluşan bir popülasyon. Dolayısıyla hayvanı reddeden, hayvanı tehlike olarak gören, hayvanı insanlığa düşman olarak gören bir anlayış, esasen kendi varlığına kasteden bir anlayıştır. Çünkü doğa dediğimiz yapı, insanlar kadar hayvanlarla da oluşan ve onunla uyum içerisinde yaşamayı başarabilmiş bir yapıdır. Ve bu milyarlarca yıldır devam eden bir yapı. Bakın, dünyanın yaşı bilim insanlarınca yaklaşık 5 milyar yıl ile tarihlendiriliyor. Sadece dünyanın kendisi, onun yarattığı bir popülasyondan bahsediyoruz. Ve bu bugüne kadar o çeşitlilikle, o biyolojik farklılıklarla gelebilmiş. Biz ne kadar oraya müdahale edersek, o kadar dünyanın ömrünü kısaltacağız. O kadar dünyayı tahrip edeceğiz. Dünyaya zarar vereceğiz. Çevremize zarar vereceğiz.

“DOĞAYA VE HAYVANLARA DÜŞMANLIK İNSANIN KENDİNE DÜŞMANLIĞIDIR”

O yüzden dediğim şu. İnsanların kendine, hayvanlara, doğaya olan düşmanlığı insanların kendine olan düşmanlığıdır. Düşmanlık insanların kendine olan düşmanlığıdır. İnsanlık bunun farkında değil ama bunun böyle olduğunu çok net bir şekilde bilim insanları önümüze her geçen gün koyuyor.

Dolayısıyla hayvan meselesine dair bakış açımız bu şekilde. Köpeklere, kedilere ya da başka hayvanlara yaklaşımda Avrupa’nın bulmuş olduğu çözüm, çözüm değildir. Bu çözüm yöntemini doğru bulmuyoruz. İtlaf etme vb. yaklaşımları doğru bulmuyoruz. İtlaf etme, adeta toplumu ve doğayı hayvansızlaştırmak yöntemi ayrı bir felaket yöntemidir. Nasıl ki hayvanların bizi yok etmesine hakkı yoksa buna müsaade etmeyeceksek bizim de onları yok etme gibi bir hakkımız yok. Hem hakkımız yok hem de doğru değil. Yani geleceğimiz açısından, doğamız açısından, o canlı popülasyonun devam etmesi açısından doğru değil.

“KENTİ HAYVANSIZLAŞTIRMAK ÇÖZÜM YOLU DEĞİLDİR”

Bu konuda özellikle hayvan hakları savunucularının önerdiği çok ciddi projeler var. Çünkü bu alanlarda ciddi artık deneyimler çıktı ortaya. Uzman kuruluşlar var. Bu uzman kuruluşlarla birlikte hayvanlara dost olan yapılarla birlikte projeler üreteceğiz. Yani evet toplumun köpekten zarar görmesini engellememiz lazım. İşte basına medyaya yansıyor. Köpekler çocuklara saldırıyor. parçalıyor, yaşlılara saldırıyor, savunmasız insanlara zarar veriyor vesaire. Bu  doğru. Bu bir problem. Bu probleme çözüm üretmek lazım. Ama bunun yolu toplumu, kenti hayvansızlaştırmak asla değildir. Hayvanlar birer süs aracı olarak asla kullanabileceğimiz varlıklar değildir. Tıpkı bizim gibi bu memleketin, bu coğrafyanın, bu doğanın sahipleridir. Onlara çözümü hayvan dernekleriyle, hayvan kuruluşlarıyla birlikte bulacağız.

O.A: Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Çınar ve Güleryüz: Yani son olarak şunu söyleyebiliriz. Adana’yı bir kadın kenti yapmayı hedefliyoruz. Kadının olduğu belediyelerde üretimin de aynı zamanda yaratıcılığın da aynı zamanda genel halklara ve tüm bahsettiğimiz farklılıklara eşitlik temelinde bir anlayışın açığa çıkacağına inanıyoruz. Bundan dolayı kadınları hem partiye hem oy vermeye çağırıyoruz, davet ediyoruz.