DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

“Kimse unutmasın yaşananları, birimiz unutursa diğerimiz hatırlatsın”

Yayınlanma Tarihi : Google News
“Kimse unutmasın yaşananları, birimiz unutursa diğerimiz hatırlatsın”

Kadın cinayetleri hızla artarken ve çözümsüzlük devam ederken Gazeteci, yazar Sinem Nazlı Demir ile “Katilimi Tanıyorum” adlı kitabını konuştuk. LGBTİ+ bireyler, kadınlar, çocuklar ve haksızlığa uğrayan herkes için mücadeleden vazgeçmememiz gerektiğini vurgulayan Demir, İstanbul Sözleşmesi’nin önemi de değindi. Demir, “Haksızlığa uğramış herkes hukuksal boyutta da kendini yalnız hissediyor” dedi.

Haber: Olcay Aytürk (Çukurova Bülten)

Çukurova Bülten’e konuşan Sinem Nazlı Demir, tez olarak başlayıp projeye dönen, Türkiye’de kadın kırımının anlatıldığı kitaba, sadece bir haber gündeme geldiğinde değil sorun ortadan kalkana kadar konuşulması gerektiği mottosuyla harekete geçtiğini dile getiriyor.

Hukuksuzlaşmaya doğru gittiğimiz dönemde ansızın İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, var olan yasaların bile gerektiği şekilde uygulanmadığı ülkede kadına, LGBTİ+ bireylere, çocuklara ve haksızlığa maruz kalan tüm dezavantajlı gruplara yaşam şartlarını zorlaştırdı. Demir ile tüm bu süreçleri, neler yapılması gerektiğini konuştuk.

“Sorun çözülene kadar hep gündemde tutulması gereken bir konu”

Olcay Aytürk: Öncelikle kendinizden, çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Sinem Nazlı Demir: 1998’de İstanbul’da doğdum. Yeditepe Üniversitesi’nden mezun oldum. Çift anadal yaptım. Farkına Var isimli derneği kurdum. Bu dernekle birlikte çocuk cezaevleri ve çocuk sevgi evlerinde, eski adıyla çocuk esirgemelerde çalıştım. Ve basın alanına girdim. Okurken çalışmaya başladım. Cumhuriyet’te çalıştım. Sonrasında da adliyeye geçtim. Orada da davaları izledim. Sonrasında da dört yıl boyunca bir kitap üzerine çalıştım. Katilimi Tanıyorum isimli kitapta, 29 kadının hayat hikayesini anlatıyorum.

O.A.: Sizi Türkiye’de Kadın Kırımı’nı anlattığınız “Katilimi Tanıyorum” isimli kitabı yazmaya iten süreçten bahsedebilir misiniz?

S.N.D.: Bu kitabı ilk başta  tezim için düşünmüştüm ama tezden çıktı ve bir projeye döndü. Normalde sadece şiddet üzerine yönelecektim ama konunun konuyu açtığını ve birçoğunun birbiriyle bağlantılı olduğunu gördüm. 19 kadınla birebir görüştüm. 10  kadın hikayesi için de,  katledilen kadınlar için de aileleriyle görüştüm.Beni bu sürece  konunun hep gündemde tutulmasını isteme hevesim itti. Bu yüzden bu kitap benim için çok önemli. Çünkü sadece cinayet olduğunda, sadece bir haber gündeme geldiğinde değil, sorun çözülene kadar hep gündemde tutulması gereken bir konu olduğunu düşündüğüm için bu kitabı yazdım.

“Birçok kadın  koruma kararları varken katledildi

O.A.: Kitabınızda bir çok konuya değinmişsiniz, Kadın sığınma evleri, LBGTİ+ bireylerin yaşam koşulları, kadınlara yönelik yapılan istismar, şiddet olaylarının hukukta karşılık bulamaması vs. Gözlemlerinizden yola çıkarak ne söylemek istersiniz? Türkiye’de kadınlar ve LGBTİ+bireyler hukuksal boyutta yalnız mı bırakılıyor?

S.N.D: Evet gözlemlerimden yola çıkarak da hukuksal boyutta sadece LGBTİ+’ların, kadınların değil genel olarak haksızlığa maruz bırakıldım, haksızlığa uğradım diyenlerin yalnız bırakıldığını düşünüyorum. Bir istatistiğe dayandırmaktan ziyade onlarla yaptığım röportajlardan yola çıkarak bu cümleyi kurabiliyorum. Mesela bir röportajımda bir kadın şunu söylüyor, kime güveneceğim, polis mi koruyacak beni diyor. Kaldı ki birçok kadın cinayetinde kadınların koruma kararları varken katledildiklerini görüyoruz. Dolayısıyla da tüm bu sürece giden yolda kadınların, haksızlığa maruz bırakıldım diyenlerin, 29 hikayenin 29’unda da  hukuka evet ben çok güveniyorum dediğine rastlamadım.

O.A.: Ülkemizde kadın ve LGBTİ+ bireylere yönelik istismar, şiddet, cinayet  olayları sizce neden artmaktadır? Bu konuda neler yapılabilir?

S.N.D: Bu istismar, şiddet olaylarını birçok nedene dayandırabilirim. Bunun siyasi boyutu var, ekonomik boyutu var, sosyolojik, tarihsel boyutu var. Bunun artmasının sebebini ben sadece şuna dayandırıyorum gibi bir cümle kuramam. Ama genel olarak anlık tepki vermemizden, sorunun kaynağına inmememizden ve bilimsel yöntemlerle çözülmeye çalışılmamasından ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin ve eşitsizliğinin çocukken başladığını artık kabul etmememizden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü hepsinin başı şiddetin, cinayetin, kadına yönelik erkek şiddetinin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden geliyor. Dediğim gibi bu konuda ilk başta çocuklar özelinde daha büyümeden kişiler özelinde bu eşitliği sağlarsak sonrasında daha az sorunla karşılaşacağımızı düşünüyorum.

“Faillerin savunmaları dahi değişti

O.A.: Kitabınızda bahsettiğiniz hayat hikayelerinden yola çıkarak İstanbul Sözleşmesi’nin önemine dair neler söylemek istersiniz?

S.N.D.:  İstanbul Sözleşmesi şöyle önemliydi. Fes edildiği geceyi hatırlıyorum mesela. Sonrasında faillerin savunmaları dahi değişti. Çünkü İstanbul Sözleşmesi pratikte %100 uygulanmasa da teoride kadınlara, kadınları savunanlara, avukatlara güç veriyordu. Çünkü ona atıf yapılabiliyordu. Onun uluslararası sözleşme olmasından dolayı davalarda bu sözleşmenin uygulanmasını sağlamaya çalışıyordu avukatlar. Ama maalesef ki İstanbul Sözleşmesi kaldırıldıktan sonra toplumda artık sözleşme yok, daha az ceza alınabilir gibi bir algı üretildiğini düşünüyorum. Ve bunu da gerçekten izlediğim davalarda gördüm.

O.A.: Anlattığınız hikayeler ve daha binlercesi gözlerimizin önünde yaşanırken neden kadınların ve LGBTİ+ bireylerin yaşadıkları görmezden geliniyor sizce? Duyarlılığımızı yitirdiğimizden ve yaşananları normalleştirdiğimizden söz edebilir miyiz?

S.N.D.:LGBT+’ların görmezden gelinmesinin bir diğer nedeni de basın. Çünkü basın ya bazen görüyor sadece bir cinayet olduğunda, bir haksızlık olduğunda. Bazen de bazı basın kuruluşları da ötekileştirerek, bilerek, toplumdan uzaklaştırarak, etiketleyerek, dışlayarak görüyorlar. Duyarlılığımızı zaten bu süreçte tamamen yitirdiğimizi düşünüyorum. Çünkü o kadar çok istismar, cinayet, şiddet haberi okuyoruz, görüyoruz ki artık artı bir detay olmadığı müddetçe ya da tırnak içerisinde içimizi böyle çok acıtan bir ayrıntı duymadığımızda, görmediğimizde, şahit olmadığımızda artık bir magazin haberi gibi, spor haberi gibi tüketiyor olduk maalesef ki…

Bu nedenle sadece bizim ülkemizde değil birçok ülkede bu konunun normalleştirildiğini düşünüyorum o da düzenli olmasından ve gereken tedbirin alınmayacağını hissetmemizden. Bu ümidi yitirmemizden kaynaklandığını düşünüyorum.

“Mücadeleden hem vazgeçmemeliyiz hem de mücadelenin kazanımlarını hafife almamalıyız

O.A.: Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

S.N.D.: Son olarak  ben kitabımdaki cümlelerle bitirmek istiyorum. Biz bu günlere, her gün haksızlığın yaşandığı günlere tek bir ayda tek bir haftada gelmedik. Bu ülkenin geçmişinden dolayı, kadına yönelik çocuğa yönelik yapılan haksızlıklardan dolayı, İtiraz edilen dava sonuçlarından dolayı, duyarsız medyadan dolayı ve artık soğukkanlılığı bir şekilde bu haberlere alışmış bir toplumdan dolayı gerçekten de bir cinayeti, bir şiddet haberini gördüğümüzde çok tepki veremez bir hale gelmiş bulunmaktayız toplum olarak. Dolayısıyla da biz bir kişiyi suçlayamayız. Geriye de dönüp bakamayız.

Ama yine de tek bir kişi de olsak, örgütlü de olsak, toplu bir şekilde mücadele ediyor olsak da bu mücadelelerden hem vazgeçmemeliyiz hem de gerçekten mücadelenin kazanımlarını hafife almamalıyız. Ve bir gün bu şiddetin biteceğini bilerek tepkilerimizi göstermeye devam etmeliyiz. Ve son sözüm de tüm bu yaşananlar özelinde kimse unutmasın yaşananları. Birimiz unutursa diğerimiz hatırlatsın demek istiyorum.

tgc

Çukurova